İmpossible!
2 posters
1 sayfadaki 1 sayfası
İmpossible!
" Hey, Jamié! Yine mi müdürün odasına gidiyorsun? "
Geri dönüp hakikatlı bir yumruk atmam gerekiyordu. Onlar yokmuş gibi davranıp ilerlemeye devam etsemde iğrenç gülüşlerini hala duyabiliyordum. Beynimin şu an için vücuduma verebildiği tek komut sakin olmaktı. Gerçi son günlerde istesemde sinirlenemiyordum. İlginç bir durumdu benim için. Kötülüğümden bir parça bile kaybetmemiştim. Sadece dışarı fazla yansıtmıyordum. Ve herkesten kaçmaya başlamıştım. Benim gibi birinin bile azda olsa arkadaşı vardı. Onlarla bile görüşmüyordum. Erken yatıp, erken kalkmakta cabası. Beynim allak bullak olmuştu. Bay Pentagon ile geçirdiğimiz o günden sonra cevapsız sorularım vardı. Bu beni çileden çıkarmaya fazlasıyla yetiyordu. Şimdi de yaptığım büyük bir yanlış biliyorum. Ama buna gerçekten daha fazla dayanamıyordum. Artık gözlerim aşina olduğu heykelin önünde duraksadım. Benim gibi biri için -hafta en az 3 veya 4 kere buraya geldiğimi düşünürsek- parola çok basitti.
" Vızıldayan Fış-Fışlar. "
Taş heykelin yavaşça yana doğru kaymasını seyrettim. Hala son bir şansım vardı. Beynimin mantıklı düşünen kısmı o odaya girme diyordu. Benim sürekli dinlediğim ve başına buyruk kısmı ise soruların cevaplarını daha çok arzulamaya başlamıştı. Derin bir nefes alarak içeri girdim. Oda tamamiyle boştu ki ben bunu zaten bilerek buraya gelmiştim. Bay Pentagon'un nerede olduğunu bilmiyordum. Odasında olmaması işime yarıycaktı. Fakat her an gelebilir ve beni bu durumda yakalayabilirdi. En son ki gelişimde bana çok farklı davranmasına rağmen hala benden nefret ettiğini düşünüyordum. Bu da beni odasında yakalarsa çok çok küçük düşürücü bir ceza almam demekti. Panikle tam karşımda duran büyük çalışma masasına ilerledim. Annemi nerden tanıdığını, neyi öğrenirsem ondan daha çok nefret edebilceğimin cevaplarını bulabilirdim belkide. Çabuk hareketlerle neredeyse hepsi dolu olan parşömenleri karıştırmaya başladım. Çoğu resmi işler için yazılmış ve gönderilmeyi bekleyen mektuplardan oluşuyordu. Bir tanesi vardı ki diğerlerinden ayrı bir köşede duruyordu. Diğer mektuplar gibi baş harflere göre sıralanmamıştıda. Parşömene daha çok yaklaşırken üzerindeki yazı dikkatimi çekti. Sevgili Lily, diye başlıyordu. Annemin evlenmeden önce kullandığını söylediği adı. Gözlerim yanmaya başlarken aklım hayır, diye haykırıyordu. Dünyada bir sürü Lily vardı ve bu sadece bir tesadüftü. O sırada beynimden bir emir daha geldi : Okuma!
Dinlemiyordum işte. Titreyen ellerimle mektuba uzandım. Odanın kapısına Müdür Bey'in gelmediğinden emin olmak için bir kere daha baktım. Ardından o neredeyse tüm hayatımı değiştirecek satırları okumaya başladım:
"Sevgili Lily.
Ben Jacob. Öncelikle sana teessüf ederim. Bir kızım olduğunu söylemeliydin. O şu an da bilmiyor, fakat öğrenecektir.
Jacob."
O saniyelerden sonrasını inanın size hatırlamıyorum. Sadece elimde mektupla kocaman deri koltuklardan birine bedenimi bir çuval gibi bıraktığım vardı aklımda. Mektubu önümde duran cam sehpaya bırakıp başımı iki elimle sımsıkı bastırdığım birde aklımda kalanların arasında. Ondan sonrasında hiçbir şeyi umursamamıştım. Ne yakalanmayı, nede yıllar önce asla ağlamamak üzere ettiğim yemini. Ahşap zemine düşen göz yaşlarımın ' Pıt,pıt ' seslerine eklenen ayak sesleri irkilmeme neden oluyordu. Birazdan içeri biri giricekti. Belkide Bay Pentagon yada itiraf etmekten korktuğum sıfatıyla babam. Peki ya ondan sonrası?..
Geri dönüp hakikatlı bir yumruk atmam gerekiyordu. Onlar yokmuş gibi davranıp ilerlemeye devam etsemde iğrenç gülüşlerini hala duyabiliyordum. Beynimin şu an için vücuduma verebildiği tek komut sakin olmaktı. Gerçi son günlerde istesemde sinirlenemiyordum. İlginç bir durumdu benim için. Kötülüğümden bir parça bile kaybetmemiştim. Sadece dışarı fazla yansıtmıyordum. Ve herkesten kaçmaya başlamıştım. Benim gibi birinin bile azda olsa arkadaşı vardı. Onlarla bile görüşmüyordum. Erken yatıp, erken kalkmakta cabası. Beynim allak bullak olmuştu. Bay Pentagon ile geçirdiğimiz o günden sonra cevapsız sorularım vardı. Bu beni çileden çıkarmaya fazlasıyla yetiyordu. Şimdi de yaptığım büyük bir yanlış biliyorum. Ama buna gerçekten daha fazla dayanamıyordum. Artık gözlerim aşina olduğu heykelin önünde duraksadım. Benim gibi biri için -hafta en az 3 veya 4 kere buraya geldiğimi düşünürsek- parola çok basitti.
" Vızıldayan Fış-Fışlar. "
Taş heykelin yavaşça yana doğru kaymasını seyrettim. Hala son bir şansım vardı. Beynimin mantıklı düşünen kısmı o odaya girme diyordu. Benim sürekli dinlediğim ve başına buyruk kısmı ise soruların cevaplarını daha çok arzulamaya başlamıştı. Derin bir nefes alarak içeri girdim. Oda tamamiyle boştu ki ben bunu zaten bilerek buraya gelmiştim. Bay Pentagon'un nerede olduğunu bilmiyordum. Odasında olmaması işime yarıycaktı. Fakat her an gelebilir ve beni bu durumda yakalayabilirdi. En son ki gelişimde bana çok farklı davranmasına rağmen hala benden nefret ettiğini düşünüyordum. Bu da beni odasında yakalarsa çok çok küçük düşürücü bir ceza almam demekti. Panikle tam karşımda duran büyük çalışma masasına ilerledim. Annemi nerden tanıdığını, neyi öğrenirsem ondan daha çok nefret edebilceğimin cevaplarını bulabilirdim belkide. Çabuk hareketlerle neredeyse hepsi dolu olan parşömenleri karıştırmaya başladım. Çoğu resmi işler için yazılmış ve gönderilmeyi bekleyen mektuplardan oluşuyordu. Bir tanesi vardı ki diğerlerinden ayrı bir köşede duruyordu. Diğer mektuplar gibi baş harflere göre sıralanmamıştıda. Parşömene daha çok yaklaşırken üzerindeki yazı dikkatimi çekti. Sevgili Lily, diye başlıyordu. Annemin evlenmeden önce kullandığını söylediği adı. Gözlerim yanmaya başlarken aklım hayır, diye haykırıyordu. Dünyada bir sürü Lily vardı ve bu sadece bir tesadüftü. O sırada beynimden bir emir daha geldi : Okuma!
Dinlemiyordum işte. Titreyen ellerimle mektuba uzandım. Odanın kapısına Müdür Bey'in gelmediğinden emin olmak için bir kere daha baktım. Ardından o neredeyse tüm hayatımı değiştirecek satırları okumaya başladım:
"Sevgili Lily.
Ben Jacob. Öncelikle sana teessüf ederim. Bir kızım olduğunu söylemeliydin. O şu an da bilmiyor, fakat öğrenecektir.
Jacob."
O saniyelerden sonrasını inanın size hatırlamıyorum. Sadece elimde mektupla kocaman deri koltuklardan birine bedenimi bir çuval gibi bıraktığım vardı aklımda. Mektubu önümde duran cam sehpaya bırakıp başımı iki elimle sımsıkı bastırdığım birde aklımda kalanların arasında. Ondan sonrasında hiçbir şeyi umursamamıştım. Ne yakalanmayı, nede yıllar önce asla ağlamamak üzere ettiğim yemini. Ahşap zemine düşen göz yaşlarımın ' Pıt,pıt ' seslerine eklenen ayak sesleri irkilmeme neden oluyordu. Birazdan içeri biri giricekti. Belkide Bay Pentagon yada itiraf etmekten korktuğum sıfatıyla babam. Peki ya ondan sonrası?..
Jamié C. Estaign- Slytherin V. Sınıf
- Mesaj Sayısı : 28
Kayıt tarihi : 05/09/10
Değerler
Rpg Puanı:
(80/100)
Uçuş Gücü:
(40/100)
Galleon:
(30/100)
Geri: İmpossible!
Sessizce, göl kıyısında otururken; Hogwarts Sakinleri olan balıkları dinliyordum. Ayaklarım suların içerisindeydi. Uçan Hipogrifler, dev sesleri... Hogwarts benim canımdı, onsuz yaşayamazdım. Fakat sanırım bir canım daha vardı. Jamie! Onun babasıydım. Bu çok ama çok zor bir durumdu. Benden nefret edebilirdi. Sukunetle gölden çıkardığım ayaklarıma; ayakkabılarımı giydikten sonra, yavaş adımlarla tozlu yolda yürümeye başladım. Aklıma o gün geldi. Sanki büyük bir zihin patlaması yaşamış gibiydim.
- Ah, Jacob. Gelmeye ne dersin diyordu bir kadın sesi. Bu kadın Lily'di. Boynunu büken genç delikanlı;
- Lily. Lütfen bunu yapma, her ne kadar düşmanım olsa da kimseye ihanet edemem demişti. Bu cevabına şehvetlice gülümseyen kadın gözlerinin içine baktı.
- Beni yanlış tanımamalısın. Ama seni seviyorum. Bunu söylerken ki rahatlığına oldukça zıt bir şekilde; genç delikanlı heyecanlanmıştı. O sırada, genç kızın eli kendi eline dokunmuştu. Ve artık şehvet denizine kapılıp gitmişti. Genç kızın onu çekiştirmesiyle; koskoca malikhanede ki iki katlı eve girdi. Kapı kapanırken; dışarıdan gözükebilecek manzara oldukça açıktı.
Tam olarak günlüğünde de böyle yazıyordu. O günü ezbere biliyordu. Andromeda'ya ne diyecekti? Aileme ne diyeceğim? diye düşündü fakat gözlerinden hafifçe yaşlar boşaldı. Annesi? Anlatsana da anlamayacaktı. Çünkü akli dengesi yerinde değildi. Babası, hapiste gerekli bir şey yaptığı için çürüyerek öldü. Ağabeyi; öldürüldü. Küçük kardeşi; Abraham! 16 yıldır görmüyor. En son 11 yaşında görmüştü onu. O; Rusya'ya gitmişti, arkasına bakmaksızın. Yaşıyor mu bilmiyorum bile. Acaba beni hatırlıyor mu onu da bilmiyorum. Ah; tonton Abraham. Kendine gelip; göz yaşlarını zerafetle silerken; Hogwarts merdivenlerden inanılmaz bir hız ile çıkmaya başladı. Kalbi pır, pır atıyordu. Altıncı hissi; ona bir şeyler olduğunu mırıldanıyordu. Odasına yaklaştığında; kendinden emin müdür tavırlarıyla; kunduralarının üstüne vura, vura ilerledi. Kapıyı açtığında gördüğü manzara ile yıkıldı, parçalandı. Perişan oldu. Elinde mektubu, hüngür, hüngür ağlayan Jamie. Ya da nasıl söyleceğini bilmiyorum fakat, kızım. O anda gözlerim büyüdü. Kalbim iyice atmaya başladı. İlk defa bu kadar kötü bir durumdaydım. Kendi, kendime debelenmeye başladım fakat Jamie duymamıştı. O sırada, yavaşça iç çektim ve boğuk bir sesle; "Kızım" dedim. Jamie'nin dikkatini çekebilmiştim. O sırada bana baktı ve mavi gözlerine baktıktan sonra yere yığıldım. Ani bir kalp çarpmasıydı. Beni bırakıp gidebilirdi. Ama şuraya oturup kalabilirdi de. Ki bu; beni üç saniyede iyileştirirdi. Ve uzun süredir yapmadığım bir şeyi yaptım ve içimden; "Tanrım sen kızımı koru" dedim. Ardından ne kadardır söylemediğimi bilmediğim sözcüğü söyledim. Aslında babam öldükten sonra bu sözü asla söylememiştim. Boğazımda düğümlene, düğümlene olmasına rağmen içimden; "Amen" dedim. Jamie neredeydi? Kızım neredeydi bilmiyordum.
- Ah, Jacob. Gelmeye ne dersin diyordu bir kadın sesi. Bu kadın Lily'di. Boynunu büken genç delikanlı;
- Lily. Lütfen bunu yapma, her ne kadar düşmanım olsa da kimseye ihanet edemem demişti. Bu cevabına şehvetlice gülümseyen kadın gözlerinin içine baktı.
- Beni yanlış tanımamalısın. Ama seni seviyorum. Bunu söylerken ki rahatlığına oldukça zıt bir şekilde; genç delikanlı heyecanlanmıştı. O sırada, genç kızın eli kendi eline dokunmuştu. Ve artık şehvet denizine kapılıp gitmişti. Genç kızın onu çekiştirmesiyle; koskoca malikhanede ki iki katlı eve girdi. Kapı kapanırken; dışarıdan gözükebilecek manzara oldukça açıktı.
Tam olarak günlüğünde de böyle yazıyordu. O günü ezbere biliyordu. Andromeda'ya ne diyecekti? Aileme ne diyeceğim? diye düşündü fakat gözlerinden hafifçe yaşlar boşaldı. Annesi? Anlatsana da anlamayacaktı. Çünkü akli dengesi yerinde değildi. Babası, hapiste gerekli bir şey yaptığı için çürüyerek öldü. Ağabeyi; öldürüldü. Küçük kardeşi; Abraham! 16 yıldır görmüyor. En son 11 yaşında görmüştü onu. O; Rusya'ya gitmişti, arkasına bakmaksızın. Yaşıyor mu bilmiyorum bile. Acaba beni hatırlıyor mu onu da bilmiyorum. Ah; tonton Abraham. Kendine gelip; göz yaşlarını zerafetle silerken; Hogwarts merdivenlerden inanılmaz bir hız ile çıkmaya başladı. Kalbi pır, pır atıyordu. Altıncı hissi; ona bir şeyler olduğunu mırıldanıyordu. Odasına yaklaştığında; kendinden emin müdür tavırlarıyla; kunduralarının üstüne vura, vura ilerledi. Kapıyı açtığında gördüğü manzara ile yıkıldı, parçalandı. Perişan oldu. Elinde mektubu, hüngür, hüngür ağlayan Jamie. Ya da nasıl söyleceğini bilmiyorum fakat, kızım. O anda gözlerim büyüdü. Kalbim iyice atmaya başladı. İlk defa bu kadar kötü bir durumdaydım. Kendi, kendime debelenmeye başladım fakat Jamie duymamıştı. O sırada, yavaşça iç çektim ve boğuk bir sesle; "Kızım" dedim. Jamie'nin dikkatini çekebilmiştim. O sırada bana baktı ve mavi gözlerine baktıktan sonra yere yığıldım. Ani bir kalp çarpmasıydı. Beni bırakıp gidebilirdi. Ama şuraya oturup kalabilirdi de. Ki bu; beni üç saniyede iyileştirirdi. Ve uzun süredir yapmadığım bir şeyi yaptım ve içimden; "Tanrım sen kızımı koru" dedim. Ardından ne kadardır söylemediğimi bilmediğim sözcüğü söyledim. Aslında babam öldükten sonra bu sözü asla söylememiştim. Boğazımda düğümlene, düğümlene olmasına rağmen içimden; "Amen" dedim. Jamie neredeydi? Kızım neredeydi bilmiyordum.
Jacob Nathaniel Pentagon- Admin|Hogwarts Müdürü|Zay Lideri & Zihinbend Profesörü
- Yaş : 31
Nerden : Hogwarts
Mesaj Sayısı : 221
Kayıt tarihi : 01/09/10
Değerler
Rpg Puanı:
(100/100)
Uçuş Gücü:
(100/100)
Galleon:
(100/100)
Geri: İmpossible!
O mektubu okuduktan sonra hiç bir şeyle ilgilenemiyceğimi düşünmeye başlamıştım. Bir anda kesilen ayak sesleri ve açılan kapı bile dikkatimi dağıtamamıştı. Gelen kişi kesinlikle Bay Pentagon'du. Bana yaptıklarına karşın her ne kadar ondan nefret etmek istesemde asla beceremediğim adam. Yavaşça toparlanıp ona bakıcağım sırada bana "Kızım." deyişini duymuştum. Bu kelimenin bu kadar değişik hissetmemi sağlıycağını asla düşünemezdim. Kalbimden birşeyler kopuyor gibiydi. Hem canımı acıtıyordu hemde heyecanlanmamı sağlıyordu. Doğruydu işte! Yıllarca baba dediğim ama tarafından sürekli aşağılanmaya maruz kaldığım o herif benim babam değildi. Asla da olmamıştıda. Yüzüne bakamıycağımı bilsemde başımı kapıyı doğru çevirmiştim. O sırada hiç beklemediğim bir şekilde babamla göz göze gelmiştim. O andan sonra saniyeler çok daha hızlı geçmeye başlamıştı. İçimde ilk defa bu kadar çabuk sevgi beslediğim kişinin yere yığılması kalbimi param parça etmişti. Ani bir refleksle oturduğum koltuktan kalkmıştım. Panikle yığıldığı yere gidip başına çöktüm. Gözleri açıktı sadece bakışları anlamsız ve boştu. Hıçkırıklarıma ek olarak baba, diye ağlıyordum bu sefer. Özenle bağlanmış kravatını gevşeltmiştim. Gömleğinin bir kaç düğmesini açtığımda, daha rahat nefes alabilceğini tahmin ediyordum. O an paniklemiştim ki büyü kullanmak bile aklıma gelmiyordu. Gerçi böyle bir durumda ne büyüsü yapıcağım hakkında hiç bir fikrim yoktu. Yanlış birşeyler yapabilirdim ve bu benim ömür boyu vicdan azabıyla yaşamamı sağlardı. Bilinçsizce kollarım arasındaki bedeni sarsıyordum. "Beni bırakma! Lütfen.."
Jamié C. Estaign- Slytherin V. Sınıf
- Mesaj Sayısı : 28
Kayıt tarihi : 05/09/10
Değerler
Rpg Puanı:
(80/100)
Uçuş Gücü:
(40/100)
Galleon:
(30/100)
Geri: İmpossible!
Geçirdiğim onca sorun bile beni bu kadar ileriye götürmemişti. Babam öldüğünde, annem delirdiğinde, ağabeyim öldürüldüğünde, kardeşim gittiğinde ve yaşadığım onca sorunda bile yığılıp kalmamıştım. Bu kadar çabuk pes etmemiştim hayata. Fakat benden bir parça taşıyan kişi söz konusu olunca; heyecanım müthiş seviyelere ulaşmış ve beni bu hale getirmişti. Düşündüğüm iki şey vardı; Birincisi Jamie'nin ne yapacağıydı. İkincisi ise; saçımın düzgün olup olmadığıydı. Neden buna taktıysam? Ani bir kalp çarpması bile beni, dış görünüşümü düşünmekten alıkoyamıyordu. Duyduğum hiç bir sesi; gerçek gibi addedemiyordum. Sanki dünya durmuştu, sesler ve sözler kiyafetsiz kalmıştı. Bardakları elleri ile silen keçi sakallı ihtiyarın sahip olduğu Domuz Kafası barında oturan ve sakalları ile çalı süpürgesi yapabileceğim adam kadar yalnızdım. O adamı nerede gördüm ki ben!? Domuz Kafası bomboş olur, her zaman. Tanrım, bir de şizofreni mi? Gerçi o kadar şeyden sonra; artık annemin yan oda komşusu olsam şaşırmam. Tehlikeli Ruh Hastası diye de kaydım geçer. O sırada bütün bu sessizliği bozan; derinlerden gelen bir ses gibi kulaklarımda yankı olarak haykırmaya başladı. "Beni bırakma! Lütfen.." . Aman Tanrım! Duyduklarım doğru muydu? Birazcıkgöz yaşından sonra gözlerimde canlanan; Londra Saat Kulesinde saat daha 07.00 idi. İçimden; daha çok erken diyerek çok uzaklarda beliren o beyaz ışığı defettim ve gözlerimi yavaşça açdım. Zar, zor kaldırdığım ellerimle; o sarı saçlarını okşadım ve dolu gözlerle; "Üzgünüm." diyebildim sadece. Belki de kendimi ilk defa bu kadar çaresiz hissediyordum. Ailemin tek bir ferti yanımda olmadığı zamanlarda bile kendimi bu fakr-u zaruret içinde harap ve bitap görmemiştim. Destek adlığım, müdür odası gümüşlüğüyle ayağa kalktım ve sandalyeme yavaşça oturarak; gözlerine baktım. Sözcükler susmuştu ve onun konuşmasını bekliyordum. Her ne diyecekse!
Jacob Nathaniel Pentagon- Admin|Hogwarts Müdürü|Zay Lideri & Zihinbend Profesörü
- Yaş : 31
Nerden : Hogwarts
Mesaj Sayısı : 221
Kayıt tarihi : 01/09/10
Değerler
Rpg Puanı:
(100/100)
Uçuş Gücü:
(100/100)
Galleon:
(100/100)
Geri: İmpossible!
Aklım bir anda yakarışa geçmişti : Tanrım lütfen ona birşey olmasın! Biliyorum, hep kötü bir çocuktum. Çoğunlukla senin hayal ürününden ileri olmadığını düşünürdüm. Ama bu sefer yardımına ihtiyacım var! İçimden gönderdiğim sessiz duaların kabul olmasını dilerken, gözlerini örten göz kapakları aralanmıştı. Bakışları kısa zaman önceye göre boş ve mantıksız değildi artık. Üzüntüsü gözlerinin derinliklerinden okunuyordu. Titrekçe ellerini kaldırdı. Benden destep alıp kalkıcağını düşünürken elleri direk saçlarıma gitmişti. Yavaşça okşuyordu. Sakinleşmemi sağlamıştı. "Üzgünüm." Gözleri hala doluydu. Gerçi benimkilerde ufak bir emiri bekliyorlardı. İkimizde dokunsanız ağlıycak durumdaydık. Yardım etmek için öne atılcaktım fakat o çoktan gümüşlükten destek alıp ayağa kalkmıştı. Sandalyesine geçtiğinde bende ayaktaydım artık. Yüzüme yapışmış ve dağılan saçlarımı düzelttim. Üzerimdekilerde berbat haldeydi. Mini eteğimin pilelerine ellerimle düzgün durması için şekil veriyordum. Azda olsa eski halime dönebilmiştim. Bir kaç dakika öncesine kadar oturduğum koltuğa tekrar oturmuştum. Bakışlarımı bir saniye olsun üzerinden ayırmıyordum. Rahatsız olabilceğini düşünerek gözlerimi karşıdaki duvara çevirdim. Bir şeyler söylemem gerekiyordu sanırım. Sessizlik sinirimi bozuyordu çoğunlukla. "Neden
?!" diyebilmiştim dudaklarımı araladığımda. Büyük ölçüde saçmaladığımın farkındaydım. Fakat şu anda ciddi anlamda mantıklı cümle kurabilcek gücü kendimde bulamıyordum. Boş bakışlarımı yüzüne çevirdim bir anda. "Yani.. Ben.. Hiçbir şey anlayamıyorum. Bu olanlar.." Göz yaşlarım tekrar akmaya başlamıştı. Bu sefer üzüntüden değildi. Yaşadığım hayata bakarsak bunları kaldıramadığımdandı belkide..
?!" diyebilmiştim dudaklarımı araladığımda. Büyük ölçüde saçmaladığımın farkındaydım. Fakat şu anda ciddi anlamda mantıklı cümle kurabilcek gücü kendimde bulamıyordum. Boş bakışlarımı yüzüne çevirdim bir anda. "Yani.. Ben.. Hiçbir şey anlayamıyorum. Bu olanlar.." Göz yaşlarım tekrar akmaya başlamıştı. Bu sefer üzüntüden değildi. Yaşadığım hayata bakarsak bunları kaldıramadığımdandı belkide..
Jamié C. Estaign- Slytherin V. Sınıf
- Mesaj Sayısı : 28
Kayıt tarihi : 05/09/10
Değerler
Rpg Puanı:
(80/100)
Uçuş Gücü:
(40/100)
Galleon:
(30/100)
Geri: İmpossible!
"Neden?!" diyebilmişti sadece. Normaldi, bu durumda söylenecek hiç bir şey yoktu. Ardından cümlesine devam etti. "Yani.. Ben.. Hiçbir şey anlayamıyorum. Bu olanlar.." kalakalmış ve ağlamaya başlamıştı. İlk defa içimin bu kadar fazla parçalandığını hissetmiştim. Yüzüne baktım ve; "Neden!? Bu soruyu hayatımda kendime o kadar çok sordum ki, ama hiç bir zaman cevabını bulamazsın. Tek yapman gereken ayakta durmaya çalışmak, için yıkılsa bile" dedim. Gözlerine baktım ve buruk bir gülümsemeyle; "Ben aydınlık taraftanım, sen ise karanlık. Seçim sana kalmış. Beni baba olarak kabul etmeyebilirsin. Üstelik; şen de şu kadarcık emeğim olmadığını söyleyebilirsin. Ama sen benim kızımsın" diyerek; Abraham'ı düşündüm. Acaba, Rusya'da bir eşi varmıydı? Bir gün onu bulacağım. İlk baş kızım, sonra o. Ve ben kızımla mutlu olacağım. Jamie C. Pentagon dedim ve içimden gülümsedim. Dolaptan çıkardığım viskiyle birlikte bir kaç bardak çıkararak ve özellikle öğrencilerin Hogwarts içerisinde alkol tüketmeme yasasını çiğneyerek; "İster misin?" dedim. Damağım, dilim kurumuştu. Kalbim çarpa, çarpa "Kızım!" dedim. Bana bir kere baba demesi bile beni göklere çıkarırdı, benden nefret etsede. "Ayrıca, nedenle başlayan sorunun devamını getirebilirsin. Senden saklamak doğru olmaz. Hele ki; 17 senedir bilmiyorsan" ardından hüzünlü bir şekilde ona baktı. Vay be!
Jacob Nathaniel Pentagon- Admin|Hogwarts Müdürü|Zay Lideri & Zihinbend Profesörü
- Yaş : 31
Nerden : Hogwarts
Mesaj Sayısı : 221
Kayıt tarihi : 01/09/10
Değerler
Rpg Puanı:
(100/100)
Uçuş Gücü:
(100/100)
Galleon:
(100/100)
Geri: İmpossible!
Her şey üst üste gelmişti. Ama en ağır gelen bu meseleydi herhalde. En sevdiğim arkadaşlarım tarafından çeşitli nedenlerle dışlanmama aldırmıyordum artık. Kimseye kendimi zorla sevdiremezdim. Bu yüzden herkesden uzaklaşmıştım. İnsanlar benden nefret ettikçe elde ettikleri şey sadece kötülüğümü arttırmak oluyordu. Bir takım kişiler yüzünden bir canavara dönüşmeye yüz tutuyordum. Babamın kendine viski dolduruşunu izledim. Benden bir cevap bekliyordu. Yanaklarımda kurumuş göz yaşlarımı sildim. Yüzüme bir gülümseme yayılmıştı. "Herkesle içebilirim ama benim yaşımdaki bir kız için babasıyla viski içmesi benim için biraz tuhaf kaçar." diyerek teklifi red ettim. Yetiştirilme kurallarıma göre bir aile üyesiyle beraber alkol alamazdım. Hele o kişi babamsa kurallar dahada katı olurdu. Babam, diye tekrarladım içimden. Gerçek babam. Yaşadığım olaylar hoşuma gitmesede bu durumu daha çabuk kabullenmemi sağlamıştı. Herkes tarafından aşağılanırken yanımda beni gerçekten seven birinin olması güçlü olmamı sağlayabilirdi. En önemlisi ise insani duygularımı ortaya çıkarmama neden olurdu. Taraflarımın ayrı olduğu cümle bir kere kafamın içinden yankılandığında yüzüm ekşimişti. Şu an için çözümlenemiycek bir zıtlık gibi gözüküyordu gözümde. Eğer savaş olursa -ki bana kalsa her an olabilirdi- babam kendi tarafında yer alıcaktı, bende karanlık tarafta. Büyük bir özen göstererek karşılaşmamaya çalışacaktık. Bu bizim için işin en zor tarafıydı belkide. Şu an bu sorun hakkında yorum yapmasam daha iyi olucaktı. Yüzüme tekrar yerleştirdiğim gülümsemeyle içkisini yudumlayan adama baktım.
Jamié C. Estaign- Slytherin V. Sınıf
- Mesaj Sayısı : 28
Kayıt tarihi : 05/09/10
Değerler
Rpg Puanı:
(80/100)
Uçuş Gücü:
(40/100)
Galleon:
(30/100)
Geri: İmpossible!
Yüzüme bakarken; "Herkesle içebilirim ama benim yaşımdaki bir kız için babasıyla viski içmesi benim için biraz tuhaf kaçar." dedi. Estaign Aile Kuralları. Hepsini bilirim. Sağolsun James'in babası Hogwarts velilerinin en zengini olduğu için; tüm Slytherin masası; Estaign Aile Kurallarına göre yemek yerdi. Yemek sırasında ortalığa konuşmak yasaktır ama yanındaki kişiye konuşabilirsin. 18 yaşının altındaki kişi; 1. ve 2. derece akrabalarıyla içki içemez. Ama 17 yaşındaki bir kız; sadece amcasıyla bira içebilir. Bu kuralları öğrenmek ölümdür, ölüm. Tanrım sana bin kez daha şükür ediyorum beni bir Estaign olarak yaratmadığın için. Yüzüne bakarak gülümsedim ve; "Doğru, Estaign Aile Kuralları" dedim. Ardından ekledim; "18 yaşının altındaki kişi; 1. ve 2. derece akrabalarıyla içki içemez. Sadece amcasıyla bira içebilir" kuralları söylediğimde o da şaşırmıştı. Bir anda zihnime dalgalar gelmeye başladı. İstemesem bile; kahrolası gelişmiş zihin yeteneğim bana bilgiler aktarıyordu. O Karanlık tarafta olacak. Bende kendi tarafımda. Karşılaşmamaya özen göstermeliyiz gibi bir cümle yerleşti beynime. Atan benzimle kızıma baktım. Melek gibi yüzü; neden kaşlarını çatıyordu ki? Masmavi gözleri; neden ateş saçıyordu ki? Sapsarı saçları; neden karanlığın kızılına boyanıyordu ki? Keşke bunu daha önce bilseydim. İnsanları öldürme temeli üzerine kurulmuş; vahşi bir ailede yetişip; melek yüzünü bir canavar yapmazdı. Evet; Slytherin olabilirdi, gayet normal. Zaten; çocuklukta düşündüğüm "Yıkımın Efendileri" projesiyle ilk olarak Seçmen Şapka beni Slytherin'e yerleştirmemişmiydi? Yoksa; James'i nasıl bu kadar iyi tanıyabilirdim? Gece saldırmaları ve envai çeşit vahşet. Biz ikimizdik o; Yıkımın Efendileri. Taa ki; onun annesini öldürüp, suçu başkasına yığdığı güne kadar. İşte o zaman; ruhum böyle bir karanlığı kaldıracak kadar büyük olmadığını anladı. Ve hissettiğim anda; gittiğim Müdür'e - ya da babama- olanları anlattım. Tabii; James'in annesini öldürdüğünü de. Çünkü masum bir insanın suç çekmesi gerekmezdi. Tekrar; Seçmen Şapka'ya giderken; daha başıma bile konmadan babama; "Uğraşma Harold. Gryffindor" diye haykırmıştı. Babam; James işini okula açıklamamış ve Seherbazlığa iletmişti. Karanlık tarafın elindeki Sihir Bakanlığı da her zaman ki gibi hiç bir şey yapmamış, üstüne James'e; Hogwarts Başarı Madalyası verilmesini emretmişti. Slytherin'lilerce; "Dönek", James içinse "İspiyoncu" oldum. Sanırım; bu erkek kardeşimin, küçük kardeşimin ve kafadan kontak canım annemin acısının yanında hiç kalırdı ve de öyle oldu. Hiçbirini takmadan okulu bitirdiğimde; Hogwarts birincisiydim, James ise ikincisiydi. Aslında öyle çok çalışkanda değilimdir, hani! En azından öğrencilik yıllarında. Okul beşincisi falan olmam gerekirdi. Fakat sırf James'e inat başarabildim. Hırs; insanı bazen felaketlere de sürükleyebilir, uçsuz bucaksız maviliklere de. Benim Gryffindor olmamda ki en büyük etken; risk almaktan çekinmemekti. Gryffindor; Korkusuzlar, Hiç bir şeyden korkmayanlar bölümü değildi. Gryffindor'lar; risk almaktan korkanlar fakat o riske girebilenlerdi!
Jacob Nathaniel Pentagon- Admin|Hogwarts Müdürü|Zay Lideri & Zihinbend Profesörü
- Yaş : 31
Nerden : Hogwarts
Mesaj Sayısı : 221
Kayıt tarihi : 01/09/10
Değerler
Rpg Puanı:
(100/100)
Uçuş Gücü:
(100/100)
Galleon:
(100/100)
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz